33. MUHAMMED ES’AD ERBÎLÎ (K.S.) (KUDDİSE SİRRUH)
Akaid - Tefsir
33. MUHAMMED ES’AD ERBÎLÎ (K.S.) (KUDDİSE SİRRUH)
- 2021-01-04 23:22:14
- Yediulya
Doğumu: Erbil, H.1264 / M.1847
Vefatı: Menemen, H.1348 / M.1931
Şemâili
Uzuna yakın boylu, beyaz sakallı, süzme gözlü, esmer tenli, şişmana yakın cüsseli, güleryüzlü, tatlı sözlü, vakur bir zat idi. Çok kuvvetli bir hafızaya sahipti. Senelerce evvel görüştüğü zatı hemen tanır, konuştukları mevzuyu derhal hatırlardı.
***
Muhammed Es’ad Erbilî Hazretleri nbsp; 1264/1847 yılında Musul’un Erbil kasabasında doğdu. Baba ve anne tarafından seyyiddir. Babası Erbil’de bulunan Halidî tekkesi şeyhi M. Said Efendi’dir. Babası tarafından dedesi Hidayetullah Efendi ise Mevlânâ Halid-i Bağdadî’nin Erbil’de yaptırdığı tekkeye tayin ettiği halifesidir.
Es’ad Efendi ilk tahsilini Erbil ve Deyr’de ikmal ettikten sonra yirmi üç yaşında iken 1287/1870 yılında manevî bir işaretle Nakşî-Hâlidî şeyhi Tâha’l-Harîri’ye intisab etti. Beş yılda seyr ü sülûkunu ikmal ile hilafet aldı. 1292/1875 yılında Hicaz’a gitti.
Hac dönüşü, şeyhi de vefat etmiş bulunduğundan İstanbul’a geldi. İstanbul’da önceleri Salkımsöğüt’te Beşirağa Dergâhında misafir olarak kaldı. Muhib ve ziyaretçilerinin sayısı artınca buradan ayrılarak Bayezid-Parmakkapı’da Makasçılar içinde bulunan caminin müezzin odasına yerleşti. Fatih Camii’nde Hafız Divanı ile Mevlânâ Camii’nin Hüccetü’l-Esrâr adlı eserlerini okuttu. Onun bu derslerine ilim ve irfan ehlinden pek çok kimse devam etti. Hoca Yekta Efendi ve benzeri âlimler onu bu derslerinden tanıyarak intisab ettiler.
***
Kelâmi Dergâhı Şeyhliği
Kısa zamanda şöhreti İstanbul’u tuttu ve Sultan’ın damadı olan Dervişpaşazâde Halid Paşa kendisini saraya davet ederek ondan bir buçuk sene kadar Arapça ve dinî ilimleri tahsil etti. Sultan İkinci Abdülhamid Han tarafından da Meclis-i Meşâyih Âzâlığı’na tayin olundu. Toplantı günleri meclise, ders günleri Fatih Camii’ne, ara sıra saraya giderdi.
Bu arada evini Bayezid Camii imâretinin kapısı üstündeki odalardan meydana nâzır olan kısma nakletti. Ayrıca kendisine bir tekke tevcih olunması için Meşîhat’a müracaat etti. Fındıkzade Macuncu civarında Şehremini Odabaşı semtindeki Kelamî Dergâhı şeyhliği münhal bulunuyordu. Burası Kâdirî tekkesi olduğundan tayin için Kadiri icazetnâmesi gerekiyordu. Es’ad Efendi 1303/1883 tarihinde Abdülkadir Geylani ahfadından Abdülhamid er-Rifkâhi’den aldığı Kâdirî icazetnâmeyi ibraz ile bu tekkeye tayin olundu. Burada müntesiblerine önce oturarak ve Kâdirî evradı okuyarak Kâdirî âyini, sonra da Nakşî usûlünce hatm-i hacegân yaptırdı. Ancak Nakşî tarîkatında sohbet esas olduğundan Cuma günleri de zikirden evvel “esrâr-ı aşk ve muhabbete dâir” sohbet ederdi. Es’ad Efendi bir ara Halıcılar’da bulunan Feyzullah Efendi Dergâhı’na da devam etti.
İstanbul’a ilk geldiği bu devrede ibadet ve ahlâk gibi çeşitli konulardaki hâdislerden derlediği Kenzü’l-İrfan adlı eserini neşretti. Onun bu eseri büyük hüsn-i kabûle mazhar oldu. 1316/1900 yılında Abdülhamid Han tarafından bilinmeyen bir sebeple memleketi Erbil’de ikâmete me’mur edildi.
Erbil’de saliha bir kadın tarafından kendisi için inşa ettirilen tekkede Meşrûtiyetin ilanına kadar irşad hizmetiyle meşgul oldu. Mektûbât adlı eserindeki mektuplarının ekserisini bu esnâda Erbil’deki muhîb ve müridânıyla haberleşmesi teşkil eder.
***
İstanbul’a İkinci Gelişi
Es’ad Efendi, Meşrutiyeti müteakip sevenlerinin daveti üzerine 1324/1908’de tekrar İstanbul’a döndü. Kelâmî Dergâhını zemin kat üzerine genişleterek yeniden inşa ettirdi. Üsküdar’daki Selimiye Dergâhı şeyhliği boşalınca oranın şeyhliği de Es’ad Efendi’ye tevcih olundu. Buraya niyabeten oğlu Mehmet Ali Efendi’yi tayin etti. Kendisi de ara sıra gelip irşad hizmetini oğluyla birlikte yürüttü. Milli mücadelenin başlaması üzerine Ankara’ya gidecek olan Fevzi (Çakmak) Paşa’nın bu dergahta Es’ad Efendi ile birkaç defa görüştüğü bilinmektedir.
***
Meclis-i Meşâyih Reisliği
Es’ad Efendi 1330/1914 yılında önce Meclis-i Meşâyih azası, sonra da reîsi oldu. Meclis-i Meşâyih reisliği zamanında tekkelerin ıslahı ve şeyhliklerine ehliyetli kimselerin tayini ile şeyh evlâdının en iyi şekilde yetiştirilmelerini temin istikametinde çalışmalar yaptı. Padişah Sultan Reşad’ın sevgisini kazanan Es’ad Efendi, aynı yıl “sürre emîni” olarak hacca gönderildi. 1331/1915 yılında Meclis-i Meşâyih reisliğinden istifa etti.
Es’ad Efendi pek çok halife yetiştirdiğinden İstanbul, Anadolu, Yugoslavya ve Bulgaristan’da binlerce müntesibi vardı. Cumhuriyetin ilk yıllarında (1925) tekkelerin kapatılmasından önce İstanbul’a gelen ve Kelâmi Dergahı’nda on beş gün misafir kalan Danimarkalı araştırmacı Carl Vett’in anlattıklarından onun dergahına ilim ve devlet adamlarından pek çok itibarlı kişinin o şartlarda bile devam ettiği anlaşılmaktadır.
***
Edebî Şahsiyeti
Ana dili Türkçe olmakla beraber kuvvetli Arapça, Farsça ve Kürtçe de bilirdi. Divanı ve diğer eserleri buna delildir. Es’ad Efendi kendisi tekkeden yetişmiş bir şair olmasına rağmen tasavvufî halk edebiyatından ziyade divan edebiyatını benimsemiş ve aruzu büyük bir ustalıkla kullanmıştır. O’nun Türkçe’yi kullanmaktaki liyâkati ve şiirlerindeki başarısını Necip Fazıl şöyle ifade etmektedir: “Es’ad Efendi’nin Kenzü’l-İrfan isimli eserinde aslî metne ve Osmanlıca’ya büyük bir sadakat ve hakimiyet müşahade ettiğimizi belirtmek borcundayız…” “Şiirlerine gelince bunlar, Şeyh Esad Efendi’nin ince bir hassasiyet ve şiir kabiliyetine mâlik bulunduklarına işarettir…” (Son Devrin Din Mazlumları, s. 169-170)
- Es’ad Erbili, meşâyih ulemasından olması sebebiyle daha sağlığında büyük bir şöhrete ve halk tarafından hüsn-ü kabûle mazhar olmuştur. Nitekim onun yakınlarından bir meczûb derviş, daha Erbil’de iken şöyle bir rüya görür: “Es’ad Efendi’nin iki kolu, İstanbul merkez olmak üzere, Erbil’den Balkanlara kadar olan geniş bölgeyi ihata etmektedir. Önce bir rüyadan ibaret olan bu hâl, elli sene sonra hakikat olmuş ve Es’ad Efendi’nin Anadolu’dan Arnavutluk, Bulgaristan ve Sırbistan’a kadar uzanan alanda pek çok müridi bulunmuştur.
Es’ad Efendi, Muhammedî meşrebde, isâr ve infak doygunluğunda bir gönül sultanıydı. Nitekim vefatına yakın şunları söylemişti: “İntisabımın ilk yıllarında gönlüme, ‘Ya Rabbi! Huzur-u İlahiyye’den çıplak olarak geleyim. Şâyân-ı kabul amelim varsa onları günahkâr kullarına bağışlayayım’ şeklinde bir duygu gelmişti. Şimdi aynı duygularla doluyum.”
***
Es’ad Efendi diyor ki: “İki mesele hakkında şüphem vardı. İmam-ı Rabbânî Hazretlerinin Mektûbât’ını okuyunca bu şüphelerim zail oldu:
- Tarîkatta asıl olan tam anlamıyla sünnete bağlanmak olduğuna göre, bazı tarîkatlarda riyâzat yapmadan mânevî yükseliş nasıl olabilir?
Bu sorunun cevabını İmam-ı Rabbânî’nin Mektûbât’ında buldum. “Mide, temiz ve helal yiyecekle doyarsa fikirde havâtır olmaz. Zikir, fikir; rahat ve huzurlu olur. Fakat nefsin hakkı verilmezse huzura mâni olabilir.”
- “Fenâ-yı kalbden sonra kalbe havâtır nasıl gelebilir?”
Bunun cevabını da, “Kalb fenâ bulduktan sonra kalbe gelen havâtır kalbe zarar vermez, aksine kalb vazifesini yapmaya devam eder.” hükmünde buldum.
***
Es’ad Efendi’nin nazarı keskin, sohbeti etkileyici idi. İhvân ve halifelerinden de teveccüh ve nazarı keskin insanlar vardı. Nitekim Es’ad Efendi, Erbil’de ziyaret maksadıyla bulunduğu sırada çevre köy ve kasabalardan ihvânı akın akın gelirler. Gelenler arasındaki bir genç Es’ad Efendi’nin yanına sokulur. Efendi Hazretleri ona: “Okuma yazma bilip bilmediğini, tarîkata girip girmediğini” sorar. O da şöyle cevap verir:
“Okumam yok. Henüz tarîk de almadım. Köyümüzden bir kızı sevmiştim. Babasından istettim, vermediler. Muhtar beni askere gönderdi. Ben askerde iken o kızı oğluna almış. Şimdi ben onlardan birini öldürüp intikamımı almadıkça tarîkata girmeyeceğim.”
Es’ad Efendi, gencin söylediklerine hayretle, “Ya öyle mi?” diye mukabele etti. Bu arada halifelerinden Şemseddin Efendi’ye bu gençle meşgul olmasını işaret etti ve abdest tazelemek için dışarı çıktı. Dönüşünde bu genci değneğini at yapmış koşarken gördü. O hâliyle biraz koştuktan sonra kalabalığı yararak geldi. Şemseddin Efendi’nin teveccühüyle önce meczub bir tavır sergileyen bu delikanlı daha sonra Es’ad Efendi’ye gelip: “Bana tarik ver.” dedi. Es’ad Efendi:
“Hani sen adam öldürecektin?” dedi. Genç, “O hâl geçti.” karşılığını verdi. Tekrar tarik isteyince Es’ad Efendi, “Senin şeyhin Şemseddin Efendi’dir.” dedi. Fakat o genç: “Hayır, hayır o değil, ben biliyorum, sensin.” karşılığını verdi. Es’ad Efendi, bununla birlikte meczub tabiatlı olmaktan çok, temkin ehli olmayı tavsiye eder, “Bize serin kanlı insan lazım.” derdi.
***
Es’ad Efendi, İbn Arabi’yi çok sevdiği ve vahdet-i vucûd fikrine kâil olduğu halde bu düşüncenin “ittihad ve hulûl” şeklinde anlaşılmasından son derece tedirgin olmaktadır. Nitekim: وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ “Her nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir.” (Hadid, 57/4) âyetinin tefsirinde der ki: “Âyet-i kerîmedeki bu beraberlik zata ve zamana müteallik bir beraberlik olmadığı gibi hulûl ve ittihad yoluyla da değildir. Aksine bütün zuhur mahallerinden şimşek ziyâsı gibi, sadece zuhur ve huzur suretiyledir. Yani Hazreti Allah bütün işlerimizi ve her hâlimizi bilmekte, görmekte ve vâkıf bulunmaktadır. Göklerde ve yerde mevcud bulunan her şey, O’nun kendi mülküdür. Herkese iyi veya kötü ameline göre karşılık vermek onun hakkıdır. Bu âyet-i celîleyi bildikten sonra haktan birinin yanında çirkin bir fiili yapmaya cesaret edemeyenlerin Yüce Mevlâ’nın huzurunda ne cesaretle o çirkin hareketi yapmaya teşebbüs edebilecekleri hayret verici bir husustur. Acaba bu gibilere akıllı denebilir mi?”
***
Es’ad Efendi Hazretleri iyi bir âlim olduğu kadar aynı zamanda usta bir şairdi. Nitekim onun divanından sunacağımız iki şiiri onun duygu ve aşk yüklü dünyasının mahir sanatıyla terennümüdür. Aynı zamanda ikinci şiirindeki: “Ne mümkün bunca ateşle şehid-i aşkı gasleylemek.” mısraı da kendisinin şehid olacağını sezip önceden haber vermesi şeklinde bir keramet olarak değerlendirilmektedir.
Gönül nûr-i Cemâlinden Habîbim bir ziyâ ister
Gözüm hâk-i rihenden ey tabîbim tûtiya ister
Safâ-yı sîneme zulmet veren jeng-i günahımdır
Aman ey kân-ı ihsan zulmet-i kalbim cila ister
Ne âb-ı dîdeden râhat ne âh-ı sîneden imdâd
Benim bâr-ı günahım lütf-ü şâh-ı enbiya ister.
Sarıldım dâmen-i ihsanına ey şâfi-yi ümmet
Dahîlek ya Muhammed hasta canım bir deva ister
Gül-i ruhsârına meftun olanlar şüphesiz sensiz
Ne mülk ü câh ister ne de zevk ü safâ ister
N’ola bir kere şâd olsun Cemâl-i bâ-kemâlinle
Ki kemter bendeniz Es’ad sana olmak feda ister.
[Sevgilim! Gönlüm Senin güzelliğinin nûrundan bir ışık ister. Ey Tâbîbim! Gözüm senin yolunun toprağından sürme ister.
Sînemin, kalbimin (gönlümün) safasına zulmet veren, onun berraklığını bozan günahımın pasıdır. Aman ey ihsan kaynağı, kalbimin karanlığı cila ister.
Ey Risâlet Şâhı! Kıyamet gününde imdada yetiş ki devasız itaatsızlık derdi, senden şifa ister.
Ne gözyaşından rahat, en âh-ı sineden (gönülden yapılan tevbe ve duadan) yardım var. Benim günah yüküm nebiler şahının lütfunu ister.
Ey ümmetin şifa kaynağı! Senin ihsan eteğine sarıldım. Ey Muhammed! Sana sığınırım, hasta canım bir deva ister.
Senin gül yüzüne meftûn (âşık) olanlar, şüphe yok ki sensiz ne mal, mülk ve mevki, ne de zevk ü safa isterler.
Sana fedâ olmak isteyen kıymetsiz kulun Es’ad, Seni bir kere görse ve mükemmel güzelliğinle bir kere sevinse ne olur?]
***
Tekkelerin kapatılmasından sonra hiç sokağa çıkmamağa karar vererek Erenköy-Kazasker’de satın aldığı köşkünde inzivayı ihtiyar etmesine rağmen dikkatler üzerinden eksik olmamıştır. 23 Aralık 1930 yılında meydana gelen Menemen Vakası’yla ilgisi bulunduğu iddiasıyla tutuklanarak Menemen’e sevk edildi. İdam talebiyle yargılandı. İlerlemiş yaşı sebebiyle idam cezası müebbed hapse çevrildi. Oğlu M. Ali Efendi ise idam edildi.
Es’ad Efendi Menemen’deki askeri hastanede tedavi gördüğü sırada 84 yaşında iken 3-4 Mart (1931) gecesi vefat etti.
Silsilede emâneti Tahal-Harîrî Hazretlerinden almıştır.
* M. Es’ad Erbilî Hazretlerinin hayatı, Altın Silsile (H. Kamil Yılmaz, İst. 2003, Erkam Yayınları), isimli eserden istifadeyle hazırlanmıştır.