24. İMÂM-I RABBÂNÎ AHMED FARÛKÎ (KUDDİSE SİRRUH)
Akaid - Tefsir
24. İMÂM-I RABBÂNÎ AHMED FARÛKÎ (KUDDİSE SİRRUH)
- 2021-01-04 23:18:44
- Yediulya
Doğumu: Sirhind, H.971 / M.1563
Vefatı: Sirhind, H.1034 / M.1625
Şemâili
Uzun boylu, buğday benizli, güzel yüzlüydü. Sakalları siyah, gözlerinin beyazı oldukça beyaz, siyahı daha siyahtı. Müceddid-i elf-i sânî (ikinci binin başında gelen yenileyici hakikat ehli) olup Hazreti Ömer neslindendi. Nakşbendiyye, Kadiriyye, Çiştiyye, Sühreverdiyye, Şettâriye, Bidâriyye, Kübreviyye tarîkatlarının imamı ve pîri idi.
***
Künyesi, İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed Fârûkî Sirhindî’dir. Efdal-i ulemâ-i râsihîn, gavsü’l-vâsılîn, kutbu’l-aktâb, âli-cenâb, mazhar-ı havârık ve kerâmât, câmî-i derecât, imâm-ı tarîkat, muktedâ-yı ehl-i hakîkat idi. Cedleri 28 batından sonra Hazreti Ömer Radıyallahu anh’a varır.
971 senesinin Muharrem ayının Aşura gününde Hindistan’ın Sirhînd şehrinde doğmuştur. İmâm-ı Suyûtî,Cem’u’l-cevâmî adlı eserinde, “Benim ümmetim içinde “sıla” namında bir kimse gelecektir. Onun irşâdı ve şefâatı ile nice insanlar cennete girerler.” meâlindeki hadîs-i şerîfi sahih olarak nakleder. Sufiyye ulemâsı “sıla” namını Ahmed Fârûkî Hazretlerine atfederler. (Sıla, tarîkatla şerîatı birleştiren manasına gelmektedir.)
Kendileri zaman zaman murâkabelerinde Peygamber Efendimizden açık beyanlarla teveccühe mazhar olurlardı. Hatta Cenâb-ı Hakk’tan ilham ile “Kıyamet gününe kadar senin vasıtanla hâlisâne bana yönelenleri (şerîat ve hakîkatına lâyıkı ile sarılanları) mağfiret eyledim.” buyrulmuştur.
İmâm-ı Rabbânî’yi hedefleyen nice tevcih ve işâretler zamanın büyük velileri, salih ve sâdık ulemasına da olmuştur. İmâm-ı Rabbanî’nin yüksek dereceleri o mertebeye varmıştı ki şeyhi Muhammed Bâkî Hazretleri onun istidâd ve kemâlinin hayrânı olmakla cümle mürid ve ashâbının müracaatlarını ona havale eder, hatta kendisi de istifade etmek için meclislerinde oturur ve “Ahmed bir güneştir ki iki cihan onun feyz ve fazilet nurları ile aydınlanmaktadır.” derdi.
Maddî, manevî imkânlar ve tevafuklarla sekiz büyük tarîkatın şeyhi ve imâmı olmuş ve hakîkatteki asr-ı saâdet anlayış ve anlatışı onun tâbilerini çoğaltmış, tarîkatları tevhîd etmiş, zamanının uleması, sultanları ve tebaları ona intisâb etmişti.
***
Müceddidin yedi iklimi birbirine meczeden dirâyeti, âlimi-câhili, zengini-fakiri uzlaştıran firâseti, çeşitli tarîkat ve mezheblerin te’lîfindeki idâresi hülâsa yüce tevhîd dininin türlü sebeplerle dağılmış sâliklerinin birleştirilmesi onun esas vazîfelerindendir. Mü’minlerin ehl-i hak, ehl-i tevhîd, ehl-i sünnet olarak birbirlerini hoş görmeleri, birbirlerine yaklaşmaları, kaynaşmaları, birleşmeleri, inandıkları imânın, mensub oldukları dinin ve tuttukları yolun gereğidir. Âlemlere rahmet olarak gelen Peygamberimizin iki cihânın saâdetini sağlayan dini, bütün insanlığa ve varlığa gereken değeri vermiş ve îcablara göre en hayırlı ve mes’ud düzeni kurmuştur. Müceddid İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Hazretleri de o yolu tutmuştur. Tefrîkalara yol açan siyâsî, idârî, zümrevî, ırkî ve bölgesel düşünceleri bıraktırmak, bu uğurda öne düşen hârisleri ıslâh etmek, âlemin huzuru için şarttır. Hazret de onu yapmıştır. İnsanları gönlünden birbirine bağlayarak birliği kurmuş, dirliği sağlamıştır.
Zamanının âlimlerinden Abdülhakîm Siyâlkûtî, Ahmed Fârûkî’yi inkâr edenlerdendi. Bir gece Hazreti rüyada görür. Cenâb-ı Şeyh kendisine, “Habîbim! Sen “Allah” de geç, onları bırak da daldıkları bataklıkta oynayadursunlar!..” (En’âm, 91) âyetini okur. Bu âyet-i kerîmenin mânası âlim Abdülhakîm’in kalbinde aşkullah ve şevkullah doğmasına sebep olur ve şeyhin muhabbetinin şûlesi gönlünde yanar. Kalbi Allah Allah diyerek uyanır. Uyandığı halde zikrullah kalbinde devam eder. Doğru Hazreti Şeyhe gidip ona intisâb eder. Çok büyük derecelere erişir. Ahmed Fârûkî’ye “Müceddid-i elf-i sânî” vasfını ilk defa veren bu âlimdir.
***
Müceddid-i elf-i sânî Ahmed Fârûkî Hazretleri feyzleri hâlâ cârî iki eser bıraktı: Mektûbât ve oğlu Muhammed Mâsum Hazretleri. 1034 senesinin Safer ayının 14. günü 63 yaşında vefat etti. Kabri Sirhind’dedir.
Silsilede emaneti Hâce Muhammed Bâkî’den almıştır. “Müceddîd” diye anılır.