Teklif ve Çözüm Önerileri; Ağulu Aşı Yemek İsteyenler İçin
Akaid - Tefsir
Teklif ve Çözüm Önerileri; Ağulu Aşı Yemek İsteyenler İçin
- 2021-10-10 17:54:19
- Yediulya
Hz. Peygamber’in İslâm dâvâsını hâkim kılmadaki başarısının birçok etkenleri olmakla berâber bunlardan en önemlilerinden biri de insanların sorunlarına çözümler sunmasıdır. Bir hareketi ütopik olmaktan kurtaracak olan sorunlara çözüm bulma eylemi aynı zamanda ulemâ merkezli bir yapının da oluşmasını sağlar. Hz. Peygamber bunları başardığı gibi âlim sahabileri önderlik makāmına getirmek sûretiyle gelecek olan ümmetlerine de gerekli mesajı vermiştir. Günümüzde Rabbânî ulemânın olmayışı, toplumun din eğitiminin yetersizliği, akademik çalışma yapanların sorunları çözmekten ziyâde sorunlar üretmeleri, toplumsal güveni ve sempatiyi kaybetmeleri, siyâsetin yönetiminin aydınlarda ve teknisyenlerde olması ülkemizde İslâmî bir hareketin doğuşunu engelleyen faktörlerden bāzılarıdır. Hâlbuki İslâm’ın doğuşundan inkişaf dönemine kadarki târihini incelersek görürüz ki İslâm çözümdür. Mekke’de Mekkî çözüm, Medîne’de Medenî çözümdür. Fıkhın sonraki dönemlerini incelersek, fakīhlerimizin değil pratik olaylara farazî meselelere bile çözümler sunduklarına şâhitlik ederiz. İşte o dönem âlimlerini inandırıcı kılan ve İslâm’ın yayılmasının önünü açan hikmet de budur.
Günümüzde ise Müslümanların sorunlarına; “Bu sorunları İslâm toplumu üretmedi” diye yabancı kalındığı gibi; ‘İctihad kapısı kapanmıştır’ anlayışıyla da ilgi duyulmamaktadır. Temelinde iyi niyet olsa da bu korkak ve ilgisiz yaklaşım, Müslümanların çocuklarını ideolojik düşüncelerin kucağına itmiştir. Bu çarpık anlayış, Müslümanları yaşadıkları topraklara yabancılaştırmıştır. İdeolojiler bu çarpık anlayış sebebiyle dinleştirilmiştir. Akademik câmia ise İslâmî çözüm yerine genelde dünyâ sisteminin verilerine teslîm olmayı tercîh etmiştir. Yeni bir şey söyleyemedikleri gibi, Müslümanların siyâsî, iktisâdî, hukūkī, ahlâkī ve eğitim alanlarıyla ilgili meselelerine devâ mâhiyetinde herhangi bir proje de ortaya koyamamışlardır. Üzerinde durulup doktora çalışması gereken bir husus; akademik çalışma yapanlarımızın hiçbir orijinal söylemi yoktur. Ya Mûtezilenin, Hâricîlerin veya sünnî gelenek içerisinde şâz olan görüşlerin tekrârı yapılmış veya batılılar tarafından iğvâ edilmiş hastalıklı kişilerin yâhut oryantalistlerin fikirleri güncellenmiştir. Bizim ilâhiyatçılarımızın cesâretleri hadım edilmiştir. Dîne bile batılı bir pencereden bakmayı şiār edinip İslâm’ın en temel farzlarından olan cihâdı literatürlerinden çıkararak emperyalizme dolaylı hizmet vermişlerdir. Fildişi kulelerde artistik tartışmalarla Müslümanların sorunları çözülmez. Kur’ân ve sünnet merkezli yapılan projeler topluma deklare edilip İslâm gündeme taşınmadıkça da mesâfe almak mümkün değildir. Biz bu ifâdeleri İslâm’ı kendisine dert edinenler için açtık; İslâmî bir derdi olmayanlar için söyleyecek bir şeyimiz yoktur.
Buraya kadar yazdıklarımızı toparlarsak, Müslümanların bu hâle gelmelerinin; kendi meselelerine bile çözümler üretemeyişlerinin bāzı nedenleri şunlardır:
- Müslümanların, ictihâd kapısının kapandığı şeklindeki önermeyi yanlış anlamaları ve bu yanlış algıyı evrenselleştirmeleri. Bu önerme ehliyetsiz ve liyâkatsiz kişilerin din hakkında bir söz söylemelerini ellerinden almak için söylenmiş haklı bir yargıdır. Buna karşın; “İctihad kapısı açıktır veya ehliyetli ulemâ isterlerse bireysel veya kolektif ictihadla Müslümanların sorunlarını çözebilir” anlayışını bāzıları yeni bir din îcâd etmek şeklinde anlamışlardır. Sonuçta Rabbânî ulemâ işlevsiz kalmış ve Müslümanların sorunları birikmiştir. Hayat boşluk kabûl etmediği için birçok genç, sorunların çözümünü ideolojilerde aramışlar ve dinlerini parçalamışlardır. Daha açık bir söylemle, îmanlarına şirk karıştırmışlardır.1
- İslâm toplumlarının genelinde mektebî anlamda bir İslâmî hareketin olmayışı, hayâta dinle anlam verilmesine ve bu bağlamda meselelerin İslâm’a göre çözüme kavuşturulmasına mânî olmuştur. Burada şu gerçeği vurgulamak gerekir; ülkemizdeki hiçbir siyâsî oluşum bir ulemâ hareketi değildir. Bundan dolayı da Müslümanların sorunlarını vahiy merkezli çözmek diye bir dertleri yoktur.
- Müslümanların yaşadığı ülkelerdeki laik-seküler hukuk sistemi böyle bir çalışmaya fırsat vermemiş ve Müslümanları engellemiştir. Hukuk ve iktisat fakülteleri dâhil olmak üzere ülkemizin yüksekokulları batılı hukuk sistemlerine ve iktisat felsefelerine gereğinden fazla yer verirlerken, İslâm hukūku ve iktisâdına yer vermemişlerdir. Teorik anlamda bile İslâm’a yeterince yer vermeyen resmî ideolojinin kurumları, Müslümanların İslâmî kurumlar oluşturmasına aslâ müsâade etmemişlerdir. Böylece din ritüllere indirgenip Müslümanların ruhbanlaştırılması arzu edilmiştir.
- Farklı İslâm toplumlarındaki hareketleri örnek alan ve yerelleşemeyen yeni yapılanmalar, olaylara dinden çözüm bulmayı gündemlerine taşıyamayıp kısır çekişmeleri tercîh etmişlerdir. Dîni egemen konuma getirmek için yöntem arayışları veya okumaları metodik olmayınca kısır çekişmeleri artırmış; herkes kendi görüşünü mutlaklaştırarak ihtilaflar çoğaltılmıştır.
- Müslüman toplumlardaki İslâmî yapılanmaların önderlik kadroları daha çok aydınlardan ve teknik elemanlardan oluşmuştur. Bu kimseler, ya bilgisizliklerinden çözüm bekleyen konuları gündeme almamışlardır; ya da bu konular ehliyetli insanlar tarafından çözülecek olursa kendileri önderlik makamlarından düşerler endîşesiyle veya hasetlerinden dolayı sorunların çözülmesini istememişlerdir. Netîcede Müslümanlar hayâtın öznesi olamamışlar ve kâfirlerin gündemiyle sürekli oyalanmışlardır. Bugün bile en çok konuşulan, siyâsî konular olmasına rağmen Müslümanların alternatif siyâsetle ilgili hiçbir uygulanabilir projelerinin olmayışı üzüntü duyulması gereken bir durumdur. Eğer bu saha boş kalacak olursa, modern yaklaşımlar boşlukları doldurur ve Müslümanlar kolayca dünyâ sisteminin bir parçası olurlar.
- Müslüman gençlerin okuduğu bāzı dâvet önderleri de -en azından bizim ülkemizde- çözümsüzlüğe ve ütopik siyâsete zemîn hazırlamıştır. Burada hatâlı olan dâvet öncüleri değil; anlama sorunu olan ve İslâmî ilimlerin usûlünü kavrayamayan kimselerdir. Üzülerek belirtelim ki ülkemizde dâvet ve tebliğ çalışmaları özgün bir kürsüye dönüşmemiştir. Dâvet ve tebliğ okuryazarlığı inşâ edilmemiştir. Bu konuda tek bir sivil adım atılmamıştır.
Sorunlarımızın ve çözüm üretemeyişimizin sebepleri bunlar olduğuna göre, dînî hassâsiyeti olan ilim adamlarımızın bu konularda âcil çözümler üretmeleri elzemdir. Aksi halde, hayat boşluk kabûl etmez ve birileri câhilce de olsa çözüm(!) üretir. Durumun böyle olabileceğini bilen Peygamber Efendimiz bizlere uyarı mâhiyetinde şu evrensel çağrıyı yapmıştır: “Allah Teâlâ verdiği ilmi insanlardan söküp almaz. Fakat âlimler öldüğü zaman ilim de onlarla berâber gider. Öyle ki toplumda hiç âlim kalmaz. İnsanlar bu ortamda câhil kimseleri önder edinirler ve meselelerinin çözümlerini onlara sorarlar. Bu câhil kişiler bilgisizce fetvâlar verirler; sonunda hem kendileri sapkınlaşırlar, hem de insanları istikāmetten saptırırlar.”2
Dipnotlar:
1 Bak: En’âm 6/82
2 Abdürrezzak, Musannef, Had.no: 20477, c.XI, s.256; Ahmed, Müsned, c.II, s.162