Siyâset Önemlidir; Çünkü...
Akaid - Tefsir
Siyâset Önemlidir; Çünkü...
- 2021-03-22 11:03:10
- Yediulya
Bütün peygamberler ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav), İslâm dînini hâkim kılmak için çalışmışlardır. Hiçbir peygamber, dînin mahkûmiyetine râzı olmamıştır. Fâsık, zâlim, müşrik, münâfık ve diğer bâtılların ellerinden insanlığı vahyin aydınlığına çıkarma mücâdelesi vermişlerdir. İdeolojik dinler ve dîne karşı din olmak iddiasındaki akımlarla hesaplaşmışlardır. Dînin hayâta hâkim kılınma emri şu âyette açıkça dile getirilmiştir: “هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ” “(Allah,) Elçisini (doğrunun eğrinin ölçüsünü ortaya koyan ve cennet yolunun târifi olan) hidâyet ve (hayâta hükmedecek dosdoğru bir inanç sistemi olan) hak din ile gönderdi ki onu bütün (bâtıl) dinlere (ve aslen ilâhî vahye dayansa bile, zamanla bozulmuş ve özünden saptırılmış olan bütün inanç sistemlerine) egemen kılsın; (bu durum Allah’tan başka varlıkların hükmüne boyun eğen) müşriklerin hoşuna gitmese bile!”1 Tefsir-i meâl ise şöyledir: “Allah, Rasûlünü toplumda hakça bir düzen gerçekleştirmek için, hak yolu aydınlatan bilgiler ve Hak Din ile hak bir şerîatla, âdil medenî kurallarla özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere gönderendir. İlâhlığında, otoritesinde, mülkünde, tasarruflarında Allâh’a ortak koşan, başka otoriteleri de olan müşrikler hoşlanmasalar da, dînini, şerîatını bütün inançlara, rejimlere üstün ve hâkim kılmak için göndermiştir.”2
İslâm dîni, insanların adâletli bir şekilde yönetilmesi için ilkeler ve kurallar üzerinde durmuştur. Bu ilke ve kurallar; hukûkun kaynaklarının Kur’ân ve sünnet olması, istişârenin tabana yayılması, emniyetlerin sağlanması, zulmün ortadan kaldırılması, dağıtımda adâletin gerçekleştirilip yoksulluğun önlenmesi ve özgürlüklerin hakkıyla îfâ edilmesiyle kısmen özetlenebilir. Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerim ve elçisi vâsıtasıyla İslâmî yönetimin ilkelerini belirlemiştir. Bu kurallara göre bilinmesi gerekir ki hiçbir kâfirin; müşrikin, Yahudi’nin, Hristiyan’ın, münâfığın, zâlimin, ateistin, deistin, pozitivistin ve materyalistin Müslümanlar üzerinde velâyet hakları yoktur. Bu bağlamda belirtmeliyiz ki siyâset, nitelikli Müslümanlarla yapılan kutsal bir eylem ve aynı zamanda ilimlerin ise en şereflilerindendir. Siyâset, Hz. Peygamber’e vekâleten ümmeti yönetme sanatıdır. Daha açık söylemle, siyâset Hz. Peygamber’in sünnetini içselleştirirse, âdil olma niteliğini kazanır. Bu husûsu belirtmemizdeki ana neden, siyâset kurumunun kötü gösterilerek Müslümanların siyâsetten soğutulup kâfirlere iktidar yolunun açılıyor olmasıdır. Yıllarca bu yolda yürümek ya siyâsetten nefret veya bu yolu denemenin küfür olarak gösterilmesiyle batılılaşmayı bir şekilde tercîh eden insanlara bırakılmıştır. Bütün bu olumsuz durumlar, Müslümanların siyâsal anlamda fikir ve pratik üretmelerini ortadan kaldırmıştır. Elimizde yeni siyâsetnâmelerin ve siyâsî projelerin olmayışı, meydanın batılılaşmaya terk edildiğinin en önemli göstergelerindendir. Sonuç mâlûm; Müslümanlar dünya sisteminin sağ veya sol cenâhının parçası yapılmış, îmanları parçalı hâle getirilmiş, ideolojiler dinleştirilmiş, kitlesel irtidatlar yaşanmış, vahiy kaynaklı projelere ebediyen egemenlik yolu kapatılmış ve dünyâ sisteminin iktidârının devâmına tâze kan verilmiştir.
Bu konuyu özgünce ve çözüm çerçevesinde ele almak ulemânın görevi iken ortaya şöyle bir verili durum çıkmıştır: Ülkemizde Rabbânî âlim olsaydı bu konuya el atar ve insanlığa yol gösterirdi. Ümmete yol gösteren biri olmadığına göre ülkemizde Rabbânî âlim yoktur. Evet, kanâatimize göre ülkemizde Rabbânî âlim yoktur. Bu konuda kimseyle hamâsî tartışmaya girmeyeceğiz. En azından insaf ehli bizi anlar. Câhillere ise söz düşmez, düşse de anlam ifâde etmez. Bizi böyle bir analoji yapmaya sevk eden şey, Müslümanlar için hayâtın genişlik alanında sağlıklı çözümlerin üretilmeyişi ve buna bağlı olarak dînimizin ütopik bir kuruma dönüştürülmesidir. Önce siyâsetten Müslümanları din adına soğutup sonra da Amerikan sermâyesine iktidar yolu açanlar, dîni hem gâyesinden saptırmak hem de Müslümanca bir siyâset yolunu tıkamak sûretiyle büyük bir cinâyet işlemişlerdir. Bu cinâyet kararları alınırken “Abant Toplantılarında” para adına dilsiz şeytan olan ilâhiyatçıların hepsini hem kınıyor hem de Allâh’a havâle ediyoruz. Dün ses çıkarmayıp bugün konuşanlar menfaatperest korkaklardır... Abant Toplantılarında ahkâm kesenler Müslümanlar için hayâtî önem taşıyan konularda, bilhassa siyâsî meselelerde ağızlarını bile açmamışlardır. Sonraki süreçte icâzetli siyâset için serbest atışların bir anlamı olmadığından dolayı onları hükmen yok sayıyoruz.
Siyâsetin bizâtihî önemiyle alâkalı Peygamber Efendimiz (sav) şu açıklamayı yapmıştır: “Her şeyi fesâda götüren bir âfet vardır; bu dînin âfeti de kötü idârecilerdir.”3 Peygamber Efendimiz bu açıklamasıyla siyâseti kötü ve zâlim kimselerin yapmasının tehlikesine dikkat çekmiştir. Bu bağlamda Rasûlullah “Ümmeti üzerine en çok korktuğu kimselerin sapık önderler olduğuna”4 dâir uyarılar yapmıştır. Bu sapık önderlerin kıyâmet gününde azâbın en şiddetlisine çarptırılacağını da haber vermiştir.5 Müslümanlar açısından zâlim insanlarla değil siyâset yapmak, onların yüzlerine bakmak bile günahtır.6 İslâm’ın hızlı yayılış sürecinden sonra dînimizin bâzı hassâsiyetleri gözetilmediği için, ümmet liyâkatini kaybetmiş ve nebevî haberde geçtiği üzere İslâm’ın halkaları teker teker çözülüp kopmaya başlamıştır ki ilk çözülen halka da siyâsettir.7 Bu halkanın kopmasının ebedîlik üzere değil de izâfî olduğuna inanıyoruz. Şâyet Müslümanlar Kur’ân ve Sünnetteki velâyet tesbîti ile ilgili âyetlerin îcaplarını hakkıyla yerine getirecek olurlar ve hayat tarzı olarak dînimize lâyık bir şekilde yaşarlarsa halkalar yeniden sağlamca yerine oturacaktır. Bu çerçevede bilinmeli ki dîni gereği üzere yaşamak ile tercîh edilen siyâsetin sahîhliği arasında doğru bir orantı vardır. Bu orantıyı Hz. Ali şöyle açıklamıştır: “Mülk/siyâset ve din kardeştirler. Biri diğerinden müstağnî değildir. Din esastır; temeldir. Siyâset ise bekçidir. Temel olmadığında binâ yıkılır; bekçi olmayınca da (din) zâyî olur.”8 Anladığımız kadarıyla Hz. Ali, hayâtın yönlendiricisi âdil siyâset olmazsa, din kurumsal anlamda yaşanmadığı gibi bireysel gevşemeler ve toplu inkârlar da artabilir demek istemiştir. Öyle ki bâzı durumlarda siyâsetin etkinliği, hayâtın istikāmet üzere yürümesinde dinden daha baskın olabilir. İşte bunun için kurumsal anlamda âdil siyâset çok önemlidir.
Unutmamalı ki İslâm’da mutlak itâat Allâh’a ve Elçisi’nedir. Siyâset adamları dâhil hiç kimseye mutlak itâat edilmez. Yine unutmamalı ki: “Şehitlerin efendisi; Hamza b. Abdulmuttalip ve zâlim idârecilere mârûfu/iyiyi emredip münkerâtı/kötülükleri yasaklarken öldürülen kişidir.”9 Yeryüzünde var oluşunun hikmetini kavrayan ve Hz. Peygamber’in uyarısının gereğince hareket eden bir ümmet sürüleşmez. İnsanı sürüleştiren, konfora ve maddî değerlere tapınma derecesinde bağlanarak cenneti dünyâda arama sapkınlığıdır. Tüketim çılgınlığıdır. Bu nedenle insanlığı sürüleştirme eyleminin fâilleri; çok uluslu şirketler ve onların yerli işbirlikçileridirler. İnsanı sürüleştiren kapital eksenli siyâseti tercîh eden dünyâ görüşleridir. Eğer siyâsette halkın sürüleşmesi veya idârecilerin tiranlaşması varsa, işler rotasından sapmış ve siyâset âdil olma vasfını kaybetmiştir. Böyle bir siyâsete Müslümanlar sâhip çıkmazlar. Zâlim siyâsete entegre olmadan her zaman vahiy eksenli yeni arayışlar içinde yer alırlar. İşte bu, sistemin oyununa gelmemektir. Müslümanlar bunu kavradıklarında alternatif bir dünyâ görüşü ve medeniyetin inşâsını da başlatmış olurlar. İslâmî anlayışa göre hakkı verilen siyâset övülmüş, hakkı verilmeyip zulme dönüşen siyâset ise bizzat Hz. Nebî’nin (sav) ağzından yerilmiştir.10 Bütün Müslümanların, insan idâre etmesini öğrenmelerini ve yönetimde meleke kazanmalarını isteyen Peygamber Efendimiz, farzları ikāme etmeyi öğrettiği gibi insanları idâre etmeyi de öğretmiştir.11 Bu anlamda siyâset ilmi çok önemli; bu ilmi yeniden İslâm toplumunun inşâsında kullanmak daha da önemlidir.
Dipnotlar:
1 Tevbe 9/33.
2 Tekin, Ahmet, Kur’ân-ı Kerîm Meâli.
3 Suyûtî, Celâleddin, Câmi’us-Sağîr, c. II, s. 448.
4 Ahmed, Müsned, c. VI, s. 441.
5 Abdürrezzah, Musannef, c. X, s. 398.
6 İbni Hanbel, Abdullah b. Ahmed, s. 78.
7 Ahmed, Müsned, c. V, s. 251, Hâkim, Müstedrek, c.IV, s. 528.
8 el-Hanbelî, Muhammed b. Muflih, Âdâb-ı şer’iyye, c. I, s. 179.
9 Hâkim, Müstedrek, c. III, s. 215.
10 Heysemî, Zevâid, c. V, s. 200.
11 Aclûnî, Keşf’ül-Hafâ, c. I, s. 223.