Choose Your Color

Namazı Namaz Gibi Kılalım Ki Ahlâken Kemâle Erelim

Akaid - Tefsir

Namazı Namaz Gibi Kılalım Ki Ahlâken Kemâle Erelim

Namazı Namaz Gibi Kılalım Ki Ahlâken Kemâle Erelim

  • 2022-01-31 13:09:09
  • Yediulya

Kılınan namazların insanı önce îman yönünden kemâle erdirmesi, sonra da ahlâken Peygamber Efendimiz’e (sav) benzetmesi için huşû içerisinde ikāme edilmesi şarttır. Rabbimiz namazın huşû ile kılınmasını şu âyette Müslümanlardan istemektedir: “الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ” “(Âhirette kurtuluşa erecek olan Müslümanlar) namazlarını huşû içerisinde ikāme ederler.”1 Huşû ve bu kavramın farklı kullanılış biçimleri Kur’ân’da 17 defa geçmektedir. Sâdece Mü’minûn sûresinin ikinci âyetinde namazla ilgili kullanılmıştır. Aslında huşûnun kemâli, Allah Teālâ ile bağlantılıdır. Huşûsu Yüce Allâh’a olmayanın hayâtının herhangi bir alanında istikāmetin olması söz konusu değildir. Haberde vârid olmuştur ki: “Huşûları kalplerinde olan ve buna bağlı olarak gözlerini haramdan sakınanlara, cinselliklerini yasaklardan koruyanlara ve her türlü menhiyattan uzak durup yüksek derecelere nâil olanlara Allah Teālâ rahmet etsin.”2 Huşû; Hakk’a boyun eğmek ve mutlak itāatte bulunmaktır. Kalpte bulunan dâimî bir endîşenin adıdır.3 İtāat ve inkıyâd etmek huşûdur. Huşûnun varlığı veya yokluğu āzālar üzerinde temâşâ edilebilir. İtāat ve inkıyâd etmenin mahalli ise gönüldür. Bundan dolayı denilmiştir ki kalp itāat, tazarru ve inkıyâd ettiği zaman āzālar da huşû duyarlar.4 Huşûnun üç derecesi vardır. Bunlar; Allah Teālâ’nın emirlerini kabûl edip boyun eğmek, hükümlerine teslîm olmak ve Hakk’ın nazarına āzālarla inkıyâd etmek; alçak gönüllü olmaktır.5

Huşûnun mahalli kalptir.6 Zîrâ kalp nazargâh-ı ilâhîdir.7 Kalbin tezellülü ve Allah Teālâ’nın emirlerine itāat etmesi; boyun eğmesi huşûdur.8 Huşû; Yüce Allâh’ın huzūrunda kalbin, mutlak itāat ve boyun eğme hâlinde kıyamda durmasıdır. Şehvet ateşini söndürmek, gönüldeki bulanıklığı gidermek, Allah Teālâ’ya tāzīmin nûrunu kalpte parlatmak, huşûdur. Cüneyd-i Bağdâdî’nin (ö. 297/909) ifâdesiyle huşû; “Gaybı tüm ayrıntılarıyla bilen Allâh’a (c.c.) kalbin itāat edip boyun eğmesidir.”9 Sahabeden Huzeyfe b. Yeman (r.a.); “Nifak huşûsundan sizleri sakındırırım” demiştir. Etrâfındakiler “nifak huşûsu da nedir?” dediklerinde şu cevâbı vermiştir: “Dıştan huşûlu gibi gözüken fakat kalbinde huşû olmayan kimselerin huşûsudur.” Aynı şekilde Huzeyfe b. Yeman: “Dîninizden ilk kaybedeceğiniz şey huşûdur. En son zāyi olacak ise namazdır. Nice namaz kılanlar var ki kıldıkları namazda hayır yoktur. Cemâat mescide dolacak ama aralarında neredeyse huşûlu hiç kimse olmayacak.” Hz. Ömer (r.a), namazda boynunu büken bir adamı görünce ona şöyle seslenmiştir: “Ey boynunu büken kişi, başını kaldır, zîrâ huşû boyunda değil kalptedir.” Hz. Ömer’in huşû anlayışını takdir mâhiyetinde Hz. Aişe’den (r.anha) bir olay nakledilir. Hz. Aişe, yürüyüşleri ölü gibi olan (pejmürde) gençler görmüş ve “bunlar da kim?” diye sormuştur. Onların dünyâya karşı isteksiz zâhidler olduğu söylenince Hz. Ayşe bu durumu kabûl etmemiş ve şöyle demiştir: “Ömer (r.a.) yürüdüğü zaman hızlı ve canlı yürür, konuştuğu zaman sesini işittirir, hadleri uygularken hakkını verir ve suçluyu acıtır, yoksula yedirdiği zaman doyururdu. Ömer (r.a.) gerçekten insanların en zâhidiydi.”10 Tüm bu örnekler hem huşûnun önemini hem de mahallinin kalp olduğunu göstermektedir. 

Huşû, “Yüce Allâh’ın azamet ve heybetinin, kulun kalbini istilâ etmesidir” diye de tanımlanır.11 Allah korkusu, sükûnet ve tevâzu anlamları da vardır.12 Kalbinde huşû olanın namazda āzāları da huşûlu olur. Çünkü hepsinin idâresi kalbin riyâsetindedir. Bu meyanda Resûlullâh’ın şu tesbîti çok önemlidir: Namazda sakalıyla saçıyla oynayan bir adamı görünce: “Kalbinde huşû olsaydı āzālarına da sirâyet ederdi.” buyurmuştur. Müslümanlar önceleri namazda sağa sola dönüyorlar ve etraflarına bakınıyorlardı ki bu âyet-i kerîme inince bu davranışlarını bıraktılar. Sâdece secde yerlerine bakmaya başladılar.13 Öyle ki, kişinin sağında ve solunda kimlerin olduğunu bilmeyecek kadar kendini namaza vermesi huşûdandır.14 Ebu’d-Derdâ (ö. 32/652), huşûyu çok kapsamlı tanımlamıştır. Ona göre huşû; Yüce Allâh’ı hakkıyla tāzim, sözde ve konuşmada ihlâs, îmanda tam bir yakīn, tüm sālih amelleri ihtimamla yapmak ve namazda tam bir sükûnettir.15

Namazda huşû, Hz. Peygamber’in ahlâk-ı hamidesindendir. Müslümanların, ibâdetlerin temsilinde örnekleri olan Resûlullâh’ı iyi tanıyıp onun gibi namaz kılmaları esastır. Sünnette, acele namaz kılmak huşûyu engellediği için men edilmiştir. Peygamber Efendimiz, “Horozun yem yediği gibi acele olarak kılınan namazın münâfık namazı olduğunu” beyân etmiştir.16 Böyle bir namaz huşûdan yoksundur ve sāhibine olumlu bir katkısı olmaz. Bu bağlamda Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kişinin kıldığı namaz onu fuhuştan ve dînen hoş karşılanmayan şeylerden uzaklaştırmıyorsa sâdece Allah’tan uzaklaşmasına vesîle olur.”17 Namazdan beklenen mānevî faydaları elde edebilmek için şuurlu kılmak şarttır. Bu anlamda Abdullah b. Abbas (ö. 68/687-88) şu uyarıyı yapmıştır: “Namazından aldığın nasip şuurlu şekilde edâ ettiğin kadardır.” Müfessirlerin beyân ettiği üzere huşû; musallînin azmi, niyeti, kararlılığı, tevâzuu bir araya getirip namazda okuyacağı kırâatin ve duāların anlamlarını inceden inceye tefekkür etmesidir.18 Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde merfu olarak rivâyet edilen bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kul namazını kılar fakat bu namaza yarısı, üçte biri, dörtte biri veya onda biri kadar sevap verilir.”19Hadisten anlaşıldığı üzere, namazdan elde edilen sevap, insanın kendini namaza verişiyle ve ilâhî huzurda durduğunun bilincine varmasıyla kayıtlıdır. Huşûlu olarak ve aklederek namazı edâ etmek namazın rûhudur. Bu ruh olmadan namaz o kişi için felâh nedeni olmayabilir. Çünkü namazını hakkıyla kılan kişi için ācilen ve ecilen elde ettiği güzellikler vardır. Huşûlu bir şekilde namazını edâ eden musallîye ācilen; kıldığı namazın sevâbı, îmânının kalbinde kuvvet bulması, gönlünü îman nûrunun aydınlatması, inşirah hâli ve ibâdetinden tat almasının zevki verilir. Ecilen (daha sonra) ise âhirette yüce makamlar verilecektir.

Dipnotlar:

1 Mü’minûn 23/2

2 Hasan el-Basrî, Tefsir, c. II, s. 77.

3 Cürcanî, Tarifat, s. 98.

4 Isfahânî, Ragıp, Müfredat, s. 283.

5 İbni Kayyim, el-Cevziyye, Medaric’ü-s salikîn, c. I, s. 559.

6 İbni Kayyim, el-Cevziyye, Medaric’ü-s salikîn, c. I, s. 558.

7 Sülemî, Hakaik’u-t Tefsir, c. II, s. 30.

8 Taberî, Câmi’u-l Beyan, c. IX, s. 196-198.

9 İbni Kayyim, el-Cevziyye, Medaric^ü-s salikîn, c. I, s. 558-9.

10 İbni Kayyim, a.g.e. c. I, s. 558-9.

11 İbni Ârabi, Muhyiddin, Tefsir, Darul kütüb’ü-l ilmiyye, Beyrut, 2011, c. II, s. 60; Sabunî, Muhammed Ali, Safvet’ü-t Tefasir, C. II, s. 302.

12 Şevkânî, Feth’u-l Kadir, s. 1219.

13 Kurtubî, el-Câmi liahkâm’il Kur’an, c. XII, s. 291.

14 Mukatil, Tefsir, c. II, s. 392.

15 Havva, Said, El-Esas fi’t Tefsir, c. VII, s. 3617.

16 Ahmed, Müsned, c. III, s. 247.

17 Heysemi, Zevaid, c. II, s. 298.

18 Begavî, Mealim’ü-t tenzil, (Muhtasar) s. 629-30,

19 İbni Kayyim, el-Cevziyye, Medaric^ü-s salikîn, c. I, s. 563.

Paylaş: