Kur'ân-ı Kerîm'de Emânet Kavramı
Akaid - Tefsir
Kur'ân-ı Kerîm'de Emânet Kavramı
- 2021-04-13 14:03:50
- Yediulya
Allah Teâlâ, emâneti insana tevdi etmiştir. Emâneti Yüce Allah’tan devralan insanın da sünnetullâh’a1 uygun davranarak emâneti en lâyık insanlara vermesi esastır. Emânetin insana verilmesini muhtevî âyet şöyledir: “إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولً” “Biz, emâneti (Allâh’a itâat ve ibâdetleri, akıl ve irâde özgürlüğünü), göklere, arza ve dağlara teklîf ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler; ondan korktular da onu insan yüklendi. İnsan (bu emânetin hakkını gözetmediğinden) cidden çok zâlim, çok câhil bulunuyor. (Yâni bu emânetin şeref ve kıymeti, mesûliyeti o kadar büyüktür ki, eğer o, şu büyük cisimlere ve yapısı sağlam varlıklara arz edilse ve onların da şuur ve idrakleri bulunsa muhakkak ki bu emâneti yüklenmekten sakınırlar ve ondan korkarlardı. Fakat insan çâresiz olarak bünyesinin zâfiyeti ile o emâneti yüklenmiştir).”2 Âyetin anahtar kavramı olan emânet: Akıl, irâde, özgürlük,3 din, dînî teklif ve sorumluluklar; farzlar, Allah Teâlâ’nın koyduğu hudûda riâyet, itâat, cünüplükten yıkanmak, siyâset, yönetim, vaadler, yapılan sözleşmeler, nâmus,4 namaz, oruç, zekât ibâdetlerini edâ edip haramlardan kaçınmak,5 mâlî konularda güvenilir olmak6 gibi mânâlara gelmektedir. Emânet konusunda en güzel yorumu yapanlardan biri de İmam Mâturîdî’dir. (ö: h. 333) İmam emânet kavramını Kur’ân bütünlüğünde ele almıştır. Bu bağlamda emânete; Allah Teâlâ’ya verilen ahidler, sözler, yapılması emredilen sâlih ameller, farzlar, insana meşrûda kullanması için verilen mallar ve O’nun rızâsı için fedâ edilmesi gereken canlar anlamlarını vermiştir.7 Ulemâmıza göre din de, can da, mal da emânettir. Hepsinin de Allah Teâlâ’nın irâdesi çerçevesinde değerlendirilmeleri gerekir.
Abdullah b. Ömer (r.a), Allâh’ın insana yüklediği en büyük emânetin nâmusu, cinselliği korumak olduğuna dikkat çekmiş ve nâmusun muhâfazasının önemine vurgu yapmıştır. Nâmus emniyetini ihlâl eder endîşesiyle kulağın, gözün, dilin, ayakların da harâma düşmekten engellenmesi gerekir demiş ve bütün bunları korumayı emânet olarak nitelemiştir. Daha sonra da “Emânete riâyet etmeyenin dîni yoktur.” hüküm cümlesiyle emânete bakışını beyân etmiştir.8 Emânete yüklenen bu anlamları bütüncül şekilde düşünürsek, mealde tercîh ettiğimiz parantez içi anlamlar emânet kavramını ifâde etmekte yetersiz kalmaktadırlar. Tüm anlamları aynı ifâde içinde düşünmek ise ilmî birikim ister. Böyle bir durumda âyeti doğru tefsîr edip Müslümanların emânet bilinçlerini geliştirmede Rabbânî ulemâya görevler düşmektedir. Zîrâ risâlet kurumunun mîrasçıları olan ulemânın, Allâh’ın âyetlerinin şâhitliğini ve murâkabesini yaparak; emânet zâyî olduğunda, zâlim siyâsetin baskısıyla emânet ihânete uğradığında devreye girerek, emânet yerini bulana kadar bâtıl ehline karşı mücâdele vermeleri gerekir. Çünkü emâneti ehline teslîm etmek için nebevî bir mücâdele vermemek veya meydanı zâlimlere terk ederek kâfir velâyetine doğrudan veya dolaylı destek vermekte emânete ihânettir. Şöyle bir genelleme yapabiliriz: Emânetin bütün çeşitleri siyâsal emânetle/velâyet hukûku ile bağlantılıdır. Siyâsal velâyette ihânet ortaya çıkarsa diğer emânet türlerinin tamâmı zâyî olabilir. Bütün bunlardan dolayı siyâset en önemli emânettir. Olaya buradan bakarsak risâlet mücâdelesi, emâneti kâfirlere teslîm etmemenin mücâdelesidir.
Allah Teâlâ emânetin ehline verilmesini emretmiştir. Âyet gâyet açıktır: “إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّواْ الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا” “Allah, emânetleri kesinlikle ehil/lâyık insanlara vermenizi emretmektedir…”9 Bu âyetteki emânet; Kâbe’nin kapısının açılması görevidir. Rabbimiz bu âyette yapılan kamu görevine emânet adını vermiştir. Fetih yılında onun elinden Kâbe’nin anahtarı Hz. Ali tarafından alınınca bu âyet nâzil olmuştur.10 İslâm’ın inanç, ibâdet, ahlâk, muâmelât vb. ahkâmına sırtını dönen; resmî ideolojiyi din hâline getiren zevâtın, yerlerini bürokraside korumak için: “Hz. Muhammed (sav), müşriklere bile Kâbe’nin anahtarını vermiştir” diyerek din istismârı yapmaları çirkin bir yaklaşımdır. Samîmî değildir. İhânete meşrûiyet (!) çıkarma çabasıdır. Hayatlarının genişlik boyutunda İslâm’ı hiç referans almayan kişilerin böyle bir örnek üzerinden bâtılı kadrolaştırmaya çalışmaları tam bir din istismârıdır. İslâmizasyon politikalarının prim yaptığı ülkelerde bu tip söylemler din bilgisi yarım yamalak olan kişiler nazarında tutmaktadır.
Emânetin tüm türleri önemli olmakla berâber kamu hukûkuna taalluk edenler daha da önemlidirler. Bu anlamda devlet işlerine velâyet bağlamındaki atamalarla, hizmet bağlamında yapılan atamaları birbirinden iyi ayırmak gerekir. Velâyet dediğimiz yöneticilik konumuna gayrimüslimler atanmamalıdırlar. Sünnette bunun örneği yoktur. Kullandığımız genel ifâdenin nihâî hükmü şöyle olmalıdır: Hiçbir kâfirin Müslümanlar üzerinde velâyet hakkı yoktur. Hicret de, cihad da, fetih de velâyeti kâfirlerden almak, onlara vermemek ve fitnesiz bir dünyâ kurmak için yapılmıştır. Çünkü ülkenin kimliğini belirleyen ve cihâdın hükmünü ortaya çıkaran; velâyetin kimde ve hukûkun kaynaklarının neler olduğudur. Hukûkun kaynağı ilâhî değilse ve velâyet de zâlim, münâfık, müşrik ve kâfirlerin elindeyse emânet yerini bulmamış demektir; cihad da farzdır.
Dipnotlar:
1 En’am 6/124
2 Ahzab 33/72
3 Zuhayli, Vehbe, et-Tefsîr’ü-l Veciz, s.763
4 Taberi, Ebu Cafer, Cami’u-l Ulum, c.X, s.200, 339-340
5 Bagavi, Mealim’ü-t Tenzil (muhtasar), s.763
6 Sabuni, Muhammed Ali, et-Tefsîr’ü-l Müyessere, s.1061
7 Mâturîdî, Te’vilât, c. V, s. 183-186.
8 Şevkani, Feth’u-l Kadir, s.1479
9 Nisâ 4/58
10 Bagavî, Mealim’ü-t Tenzil (muhtasar), s. 187a