Fetih Sûresi 29. Âyetin Hayâtımıza Kattıkları
Akaid - Tefsir
Fetih Sûresi 29. Âyetin Hayâtımıza Kattıkları
- 2021-03-18 08:22:49
- Yediulya
Hz. Muhammed’in getirdiği şerîate îmân eden ve hayatlarına İslâm ile anlam veren Müslümanlar bir ümmettirler. Bu ümmet, Hz. Peygamber’in temsîli ile hayâtı anlamlandırdıkları için vahiyle nitelik kazanan seçkin insanlardır. Her birinin tek başlarına da olsa hakîkate sarılma ve hakîkatten ödün vermeme istidatları vardır. Bu seçkin ümmetin mensupları birbirlerinin kardeşleridirler. Aralarında rahmet, şefkat, sevgi, saygı, nezâket ve dostluk hâkimdir. Birbirlerinin din, can, mal, akıl ve nâmuslarına kefildirler. Haksız yere hiç kimseye zarar vermezler. Din kardeşlerini incitmekten ve onlara kötülük yapmaktan şiddetle kaçınırlar. Bu meyanda din kardeşlerinin gıybetlerini yapmazlar, iftirâ etmezler, madden ve mânen incitmezler, yoksulluk başta olmak üzere kardeşlerinin her türlü sorunlarına çözüm üretirler, birini öldürmenin tüm insanlığı öldürmek olduğunu bilirler, hiç birinin nâmusuna göz dikmezler, içlerinden biri elem duysa empati yapıp uykusuz kalırlar, maddî olanlar dâhil fazlalıklarını paylaşırlar, sömürmezler ve sömürülmezler, birinin başı tehlikeye girse o belâyı savmak için çalışmanın farziyetini kavrarlar ve kardeşliğin getirdiği hukûka saygı duyarlar. Müslümanların birbirleriyle kardeş olmaları işte böyle önemli bir durumdur.
Müslümanlar arasında olması gereken kardeşlik ve îcapları Fetih sûresinin ilgili âyetinde şöyle ifâde buyurulmuştur: “مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا” “Muhammed, Allâh’ın Elçisidir. Onun yanında yer alan Müslümanlar ise, inkârcılara karşı son derece kararlı ve çetin, birbirlerine karşı ise çok şefkatli ve merhametlidirler. (Onlar îmanlarının sağlamlığı, prensiplerinin kesinliği, düşüncelerinin netliği sâyesinde, kâfirlerin baskı ve dayatmaları karşısında çelik gibi sağlam dururlar.) Onların, namazda bâzan rukû edip eğilerek, bâzan secdeye kapanarak Allâh’ın lütuf ve rızâsı için yalvardıklarını görürsün. Secde izinden oluşan nişanları, yüzlerinde (tevâzu, şefkat, sevecenlik ışıltısı hâlinde parlamakta, ibâdetin kazandırdığı güzellik, letâfet ve aydınlık, bütün tavır ve davranışlarında görülmekte)dir. Bu, onların Tevrat’ta anlatılan nitelikleridir. İncil’deki nitelikleri ise şöyledir: Mü’min, tıpkı filiz veren bir tohuma benzer ki (bu minicik filiz zamanla) güçlenir, serpilir ve kökü üzerinde dimdik ayağa kalkar. (Öyle ki, kendisini yetiştiren) çiftçileri hayran bırakır. İşte Allah, (her devirde böyle mü’minler yetiştirecektir ki) onlar sâyesinde, (mazlumlara kan kusturan, onları sömüren) inkârcıları çileden çıkarsın (ve zulmün saltanatını, onların eliyle alaşağı etsin! İşte bu yetişmekte olan taptâze filizler var ya;) Allah, onlar arasından (Kur’ân’a yürekten) inanan ve bu îmâna yaraşır güzel ve yararlı davranışlar gösterenlere, kendi katından bir bağışlama ve muhteşem bir ödül vaad etmiştir.”1
Peygamber Efendimiz, ümmetini birbirlerine karşı saygı ve sevgi bağlamında yeteri kadar eğitmiştir. Bu bağlamda onlara çok önemli tavsiyelerde bulunmuştur: “Mü’minler birbirlerini sevmede, merhamette ve güzel davranmada bir vücut gibidirler. Vücuttan herhangi bir uzuv şikâyet ettiğinde vücûdun diğer organları da uykusuzluk ve ateşle bu rahatsızlığa ortak olurlar.”2 Bu hadîsiyle Rasûlullah (s.a.v.), mü’minlerin birbirlerine karşı duyarlı olmalarını istemiştir. Bu sorumluluk duygusunu bir başka rivâyette daha üst bir seviyeye taşımış ve şöyle buyurmuştur: “Mümin, îmân ehline karşı cesetteki baş gibidir. Vücuttaki baş nasıl ki diğer uzuvların rahatsızlığında acı duyarsa, mümin de ehl-i îmân(ın çektiği sıkıntılar) için acı ve ıstırap duyar.”3 Bu yaklaşım, Müslümanları tüm mü’minlere karşı uyanık tutar. Onların hayatlarının tüm ayrıntılarına karşı ilgili kılar. Bu ilgi, Müslümanları bölgesel düşünmekten ziyâde evrensel düşünmeye sevk eder. Elbette duyulan bu elem, din kardeşlerinin sıkıntılarına çözüm de üretmelidir. Salt sıkıntı duyup Müslümanların sorunlarına çözüm bulmamak sünnete uygun değildir. Zîrâ Peygamber Efendimiz sorunları çözdüğü için, Müslümanlar için de “sorun çözmeyi” en önemli sünnetlerinden biri olarak bırakmıştır.
Hz. Peygamber (s.a.v.), merhametin en büyük tecellî yerinin bakışlar olduğunu belirtmiş ve şöyle buyurmuştur: “Her kim ki kardeşine sevgi ile bakarsa Allah Teâlâ onu bağışlar.”4 Müslümanlara şefkat ve sevgiyle bakmayı öven Allah Rasûlü (s.a.v.), bakışlarıyla da olsa din kardeşini korkutanları yermiştir: “Her kim ki Müslüman kardeşini bakışlarıyla (bile) korkutursa (veya tehdit ederse) Allah da onu kıyâmet gününde korkutur.”5 İnsanın din kardeşine yaptığı en ufak bir iyiliği bile küçük görmemesini tavsiye eden Allah Rasûlü (s.a.v.): “Şâyet yapacağınız bir iyilik yoksa bâri kardeşinize karşı güler yüzlü davranın.”6 buyurmuştur. Müslümanların birbirinin aksırmasına bile kayıtsız kalmamalarını emreden Hz. Peygamber (s.a.v.), Müslümanlara, karşılıklı ziyâretleşmeyi, sıla-i rahim yapmayı7, hediyeleşmeyi ve birbirinin dâvetine icâbet etmeyi8 öğütlemiştir. Toplumdaki fakirlerin refâhı ve dulların ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmayı “Allah yolunda cihâd etmeye, geceleri namaz kılıp gündüzleri oruç tutmaya”9 denk görmüştür. Müslümanların heybetini, özgüvenini ve şahsiyetini yok eder endîşesiyle onlara vurmayı ve dayak atmayı yasaklamıştır. Bu çerçevede “Sakın Müslümanlara vurmayınız.”10 buyurmuştur. Onları dövmek küçük düşmelerine sebep olur. Müslümanlar arasındaki sevgi ve merhamet, İslâm'ın istediği noktaya geldiği zaman Yüce Allâh’ın lütufları üzerlerine sağanak hâlinde iner ve ilâhî lütuflara daha çok nâil olurlar. Bütün bunları iyi tefekkür ederek Fetih sûresinin 29. Âyetini tilâvet etmeliyiz. Bu âyetin anlamı hayâtımızda amelî hâle geldiği zaman kırâatimiz hançeremizden gönlümüze inmiş olacaktır.
Dipnotlar:
1 Fetih 48/29
2 Ahmed, Müsned, c.IV, s.270; Müslim, 45, Birr ve Sıla,17, h.no:2585,c.III, s.2000
3 Ahmed, Müsned, c.V, s.340
4 Aclunî, Keşf'ü-l Hafâ, h.no:2638, c.II, s.283
5 Abdurrezzak, Musannef, h.no:9187, c.V, s.139
6 Tirmizî, 30, Et'ime, h.no:1883, c.IV, s.274
7 Abdurrezzak, a.g.e, h.no:20232,.c.XI, s.17; Ahmed, Müsned, c.V, s.283
8 Heysemî, Zevâid, c.IV, s.52
9 Buhârî, Edeb'ü-l Müfred, (tah:Fadlullah Ciylani), c.I, s.217
10 Heysemî, Zevaid, c.IV, s.146; Ahmed, Müsned, (tah:Muhammed Şahir,h.no:286), c.I, s.278