Din Ancak Din Ehlinden Öğrenilir
Akaid - Tefsir
Din Ancak Din Ehlinden Öğrenilir
- 2021-07-26 12:33:59
- Yediulya
Hz. Peygamber (s.a.v.), ümmetinin âlimlerinden olan Abdullah b. Mesud’a; “İnsanların en âlimi kimdir” diye sormuş ve edebinden dolayı Peygamber’e gerekli cevabı vermeyince Resulullah, kendi sorusunu kendisi şöyle cevaplandırmıştır: “İnsanların en âlimi hakkı görendir.”1 Bu tanımlama bizlere hakkı görüp tabi olmakla âlim kavramı arasındaki yakın ilişkiyi ortaya koymaktadır. Hakkı göremeyen ve hakka karşı çıkan insanlara âlim demek tarihi bir yanılgıdır. Hakkı görebilmek için Allah’ın “en-Nur” ve “el-Basir” isimlerinden gerekli payı en üst seviyede almak gerekir. Gönle ve zihne ilka edilen bu nur sayesinde insanlar hidayeti bulabilirler. Birçok şeyi bilip okumalarına rağmen hakkı göremeyen ve hidayete eremeyen oryantalistler, Allah Teâlâ’nın bu isminden zerre kadar pay almayan bedbaht kimselerdir. Sadece oryantalistler değil, Müslüman bir toplumda yaşayıp yetişmelerine rağmen İslâm’a onlardan daha çok zarar veren ve bilgiyi firavunların saraylarına2 taş taşımak amacıyla kullanan yerli oryantalistlerin de bu isimden gerekli payı aldıklarını söylemek mümkün değildir. Onun için rabbani âlimlerden İmam Malik b. Enes (ö:179) ilimle “nur” arasında bir bağ kurmuş ve şöyle söylemiştir: “İlim çokça rivayette bulunmak değildir. İlim bir nurdur. Yüce Allah, o nuru (layık olan kişinin) kalbine kor.”3 İlahi nurdan yararlanabilen rabbani âlimler Peygamber Efendimizin ifadesiyle; “Peygamberlerin halifeleridirler; varisleridirler.”4 Ayrıca; “İnsanlığın önderleridirler.”5 Rabbani âlimlerden olan Hz. Ali’nin deyimiyle “Yeryüzünün kandilleridirler.”6 İnsanlık onların önderliğinde ve rotalarında doğruyu bulurlar ve sebat ederler. Toplumun referansı olan bu kimselerin zâlim siyasete karışmalarını ve dünyevileşmelerini; hayatı seküler bir mantıkla yorumlayıp maddi değerlere kapılanmalarını Resulullah hoş görmemiş ve böylelerinin peygamberlerin yoluna ihanet ettiklerini belirtmiştir. Ümmetine de bunlardan uzak durmayı tavsiye etmiştir.7
Kur’an-ı Kerim, toplumsal önderlik makamında olan âlimlerin daha iyi anlaşılabilmeleri için “rabbanilik” ve “rasihlik” kavramlarını kullanmıştur. Rabbaniliği İslâm bilginleri; dinde fâkih,8 bildikleriyle amel eden, konuştuğunda hikmetle konuşan ve insanlara samimice öğüt veren, helali haramı, emir ve nehyi bilen, ümmetin hangi durumda olduğuna vakıf olan kimselerdir şeklinde tanımlamışlardır.9 Bu tanımlamaya göre rabbani âlimler toplumlarının sorunlarına çözüm üreten üstün insanlardır. Yukarıda sayılan bütün nitelikleri taşıyan Abdullah İbni Abbas, rabbani âlimlerden sayılmıştır.10 Siyasetteki tuttuğu yer, içtihadi özelliği, cihad ruhu ve ilmiyle amil oluşu onun rabbaniliğinin kanıtlarıdır.
Kur’an’ın övgüyle bahsettiği rasih âlimlerin en önemli özellikleri ise vahye mutlak teslimiyetleridir: “وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا” “Nitekim ilimde derinleşmiş (ve bildikleriyle amel ederek istikamet üzerine) olanlar: “Biz, ona tüm kalbimizle iman etmişiz, (muhkem olsun, müteşâbih olsun, Kur’an ayetlerinin) tümü Rabb’imiz tarafından gönderilmiştir!” derler…”11 Yüce Allah’ın övdüğü bu âlimler; “Yüzleri ve ahlakları güzel ve din anlayışı derin kimselerdir.”12 Hz. Peygamber’e rasih âlimler kimlerdir? Diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir; “Yemininin gereğini yerine getiren, konuştuğunda doğru konuşan, kalbi istikamet üzerine olan, midesini ve cinselliğini her türlü haramdan koruyandır.” cevabını vermiştir.13
Rasih âlim diye referans alınan kimseler, idarecilerin huzuruna (yağcılık ve onların batıl işlerini tasdik için) girerler ve dünyevileşirlerse Peygambere ihanet etmiş olurlar ki onlardan kaçınmak gerekir.14 Resulullah’ın eğitim ve öğretiminden geçen muhaddis sahabi Enes b. Malik ise rasih âlimi şöyle nitelemiştir: “Bildikleri ile amel eden, öğrendiklerinden yararlanan, kişidir. Onların ilimlerinin dört özelliği vardır; Allah’a karşı çok takvalı, insanlara karşı tevazulu, dünyaya karşı zahit ve nefsin hastalıklarına karşı da mücâhade halindedirler.”15 Sûfi müfessirler ise rasih âlimi; Allah’ı ve emirlerini bilen, Allah Resulünün sünnetlerine ittiba eden kimseler olarak tanımlamışlardır.16 İstikamet, iffet, tevazu, takva, vera ve cihadı hayatlarının anlamları haline getiren bu kişiler Hz. Peygamber ve sahabesi tarafından da ilim öğrenilmeleri gereken otoriteler olarak gösterilmişlerdir. Eğer bu rabbani ve rasih âlimlerden ilim öğrenilmeyecek olursa dinin içerisine bidatlerin karışması muhtemeldir. Bundan dolayı; “Bidat ehlinden ilim öğrenmek kıyamet alametlerinden” sayılmıştır.”17 “İlim öğrenmek dindendir; dininizi öğreneceğiniz kimseleri iyi araştırınız”18buyruğu çok derin anlamlar ifade etmektedir. Bu rivayeti iyi kavrayan müfessir Mücahid; “Din, ancak din ehlinden alınır” uyarısında bulunmuştur.19
Dipnotlar:
1 Heysemi, Zevaid, c.I,s.162
2 Bu ifade bir deyimdir. Hz Musa döneminde yaşayan ama bildiklerini peygamberin tevhid mücadelesi için değil de Firavun’un saltanatının devamı için kullanan Belam b. Baura’dan mülhem kinaye yollu bir kullanımdır. Aynı siyasaya destek olan askeri, iktisadi ve sanat otoriteleri de vardır. Tevhidi düşünceye dayanmayan her sistemin firavnî özelliği açıktır. Âlimler bu sistemlere asla destek olmamalıdırlar. (M.S)
3 Tirmizi, Sünen, c.V, s.48
4 Heysemi, a.g.e, c.I, s.126.
5 Acluni, Keşf’ü-l Hafa, c.II, s.65
6 Acluni, Keşf’ü-l Hafa, c.II, s.65
7 Acluni, Keşf’ü-l Hafa, c.I, s.87.
8 Darimi, Sünen, c.I,s.107
9 Bagavi, Muhammed el- Ferra, Meâlimü’t-Tenzil (Muhtasar), Beyrut, Trsz. s.135. Tefsir kaynaklarında izahı yapılan bu Kur’an kavramını “seksenli yllardan kalma alışkanlık” diye günümüzde kullanımını hafife alan zevatı cehaletleriyle başbaşa bırakıyoruz. (M.S.)
10 Hakim, Müstedrek, Had.no.: 6310, c.III, s.626
11 Âl-i İmran 3/7
12 Tirmizi, 19, İlim, Had.no: 2686, c.V, s.50
13 Taberi, Cami’u-l Beyan, c.III, s.185
14 Acluni, Keşf’ü-l Hafa, c.II, s.87
15 Hazin, Ali b. Muhammed, Lübab’u-t Te’vil, İst, trsz, c.I, s.241
16 Sülemi, Hakaik’u-t Tefsir, c.I, 165
17 El-Bağdadi, Hatip, Ahlak’u-r Ravi, c.I, s.209
18 Acluni, Keşf’ü-l Hafa, c.I, s.258
19 El-Ramahurmizi, Hasan b.Abdurrahman, Muhaddisü’l-Fasıl, s.415