CEMÂAT KAVRAMINDAKİ ANLAM SAPMASINI DÜZELTMEK ÜZERİNE
Akaid - Tefsir
CEMÂAT KAVRAMINDAKİ ANLAM SAPMASINI DÜZELTMEK ÜZERİNE
- 2021-01-03 22:51:22
- Yediulya
Yüce Allah, Müslümanların vahdet hâlinde yaşamalarını emretmiş ve şu âyette olduğu gibi tefrîkayı yasaklamıştır: “وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ” “Hepiniz, Allâh’ın ipine sımsıkı tutunun, ayrılığa düşmeyin! Ve Allâh’ın sizin üzerinizdeki nîmetini hatırlayın. Siz (birbirinize) düşman olmuştunuz, sonra sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece O’nun (Allâh’ın) nîmeti ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarında iken sizi oradan kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz hidâyete erersiniz.”[1] Bu âyette tutunulması gereken “Allâh’ın ipi” ile kastedilen; Kur’ân-ı Kerîm, İslâm, İslâm Dîni’ne îmân eden Müslümanların tamâmı; İslâm cemâati, Allâh’ın dîni ve Yüce Allâh’ın Kur’ân’da yerine getirilmesini emrettiği ahidlerdir.[2]
Yukarıdaki anlamlara göre cemâat; Kur’ân ve onu getiren Peygamberin etrâfında îmân üzerine birleşip Allâh’ın tekliflerini kayıtsız şartsız yerine getiren nitelikli Müslümanlardır. Hz. Lokmân (as), oğlunun böyle bir topluluk içerisinde saf tutmasını istemiştir. Peygamber (sav) de “Cemâatten bir karış ayrılanın İslâm ile bütün bağlarının kopacağını” beyân etmiştir.[3] Hz. Lokmân’ın çocuğuna Müslümanlar arasında saf tutmayı öğretmesi siyâsal terbiyenin de Müslüman çocuklarına erken verilmesine delâlet eder ki Allah Teâlâ bu durumu âyette şöyle açıklamıştır: “وَاتَّبِعْ سَبِيلَ مَنْ أَنَابَ إِلَيَّ ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ” “(Ey oğulcuğum!) Bana yönelenlerin/Müslümanların yoluna tâbî ol. (Öldükten) sonra dönüşünüz Bana (Allâh’a)’dır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.”[4] Bu uyarı ile Müslüman bir şahsın çocuk bile olsa kâfirlerle berâber olması, onlarla birlikte pakt oluşturması ve siyâset yapması yasaklanmıştır. Şâyet çocuklara bu bilinç verilmeyecek olursa ileride bu insanlar Müslümanlarla berâber câmilerde namaz kılarlar, daha sonra da kâfirlerle; masonlar, Marksistler ve kapitalistlerle birlikte siyâset yaparlar. Müslümanların kâfirlerle birlikte siyâset yapıp Müslümanların aleyhine kararlar çıkarması veya makro planda dünyâ ticâret merkezi ağırlıklı emperyalist siyâsete eleman yetiştirmesi; böyle bir siyâsetin yolunu açmak için Müslümanları ucuz oy deposu olarak kullanması elbette küfürdür. Bu bağlamda anne-babanın çocuklarını İslâm toplumunun doğal üyesi oldukları bilinciyle erken yaşta yetiştirmeleri ve saf tutacakları yerin açık adresini öğretmeleri esastır. “Oğlum sen bu işlere karışma” diyerek çocukları saf dışına itmek ve onları korkak yetiştirmek şeytânî bir eylemdir.
Cemâat olma bağlamında Hz. İbrâhîm (as) üzerinden örnekler veren Yüce Allah, onu “tek başına ümmet” olmakla taltîf etmiştir.[5] İnsanın tek başına ümmet olabilmesi için bâzı ilâhî sınavlardan geçmesi gerekir ki müfessirler bu deneme alanlarını şöyle açıklamışlardır:
“Allah Teâlâ; Tevbe sûresi 112. Âyet, Mü’minûn sûresi 1-10. Âyetler, Ahzab sûresi 35. Âyetin anlam alanlarına göre otuz konuda Hz. İbrâhîm’i denemiştir.”[6] Hz. İbrâhîm’i denemiş olduğu otuz konu ve bu otuz konudan almamız gereken dersler şunlardır:
- Yakînî anlamda ve ihsan hâlinde Allah Teâlâ’nın varlığına ve birliğine îman; yaratmada ve emretmede Allah’tan başka hiçbir varlığı ya da kurumu kabûl etmemek. Yaratma ile emretmenin arasını ayırmadan bütüncül bir îmâna sâhip olmak. Bütün peygamberler yaratmada ve emretmede Allâh’ın birliğini ve eşsizliğini tebliğ etmişlerdir. Zîrâ yaratmak ile emretmenin arasını ayırmak ve emretmeyi başka varlıklara tahsîs etmek şirktir.
- Allâh’ın (cc) farz kıldığı bütün ibâdetleri O’nu görüyormuş gibi; ihsan makâmında, zamânında ve şartlarına uygun olarak edâ etmek. İbâdet hem bir kulluk borcu hem de kişinin zihninin ve ahlâkının tezkiyesine etki eden en önemli faktördür. Farklı formlarda olsa da peygamberlerin şerîatlerinde ibâdetler vardır; ibâdetsiz şerîat yoktur.
- Cihâda devam. Cihadsız bir dînin var olamayacağını bilip zamâna ve şartlara göre fıkıh yaparak dâimâ cihâd hâlinde olmak. Âfâkî ve enfüsî alanda cihâdı ihmâl etmemek. Hz. Âdem’den beri peygamberlerin tamâmı hâkimiyet mücâdelesi vermiştir. Amaç getirdikleri İslâm’ı hayâta egemen kılmaktır. Bu amacın tahakkuku için de cihadsız peygamber olmamıştır.
- Namaza aksatmadan devâm etmek. Nâfile namazlarla da Allâh’a daha çok yaklaşmaya vesîle aramak. Ayrıca çocuklar başta olmak üzere tüm âile fertlerini namaza müdâvim hâle getirmek. Namazı ikame eden bir nesli yetiştirmeye çalışmak.
- Zekâtı hak sâhiplerine vermek. Fakirlik problemini çözmeye katkı sağlamak. Malın gerçek sâhibinin Allah olduğunu hatırdan çıkarmamak.
- Oruç tutmak. Farz, vâcip ve nâfile oruçları tutarak nefsi açlık, susuzluk, şehevî arzu ve isteklere karşı dayanıklı hâle getirmek.
- Ma’rûfu emretmek; İslâm’ın emirlerini insanlara duyurmak ve ma’rûfun hâkim olduğu bir dünyâ için çalışmak. Mutlak ma’rûfun İslâm dîni olması münâsebetiyle dîne dâvete önem vermek. İslâm’ı alternatif bir sistem hâlinde dünyâya deklare etmek.
- Münkeri; dînin onay vermediği söz ve davranışları yasaklamak. İdeolojilerin propagandasını yapmamak. Yararsız söz ve eylemle meşgûl olmamak. Bireysel veya kolektif işlenen hiçbir kötülüğe karşı kayıtsız kalmamak. Ma’rûfu emredecek ve münkeri yasaklayacak bir konuma yükselebilmek için gayret sarf etmek.
- Yapılan hatâ ve günahlardan dolayı ânında tövbe etmek. Hatâlar ve günahlar üzerinde ısrâr etmemek. Dâimâ istiğfâr hâlinde olmak. Kebîre işlemeyip küçük günahlar üzerinde ısrâr etmekten sakınmak.
- Allah Teâlâ’nın verdiği ve vermediği bütün nîmetler sebebiyle O’na hamd ve şükretmek. Özellikle şükrün fiilî bir tarafının olduğunu bilip farzlara sarılmanın ve sünnetleri yaşamanın şükürden olduğunu idrâk etmek. Özellikle de herkesin şükrünün kendi konumuna göre olduğunu unutmamak.
- Cemâate devam. Hem vakit namazlarına devâm etmek hem de İslâm cemâatinden hiç ayrılmamak. Zâlimlerle ortak hareket etmemek ve onlara meyletmemek. Grupları cemâat yerine koyarak bireysel kanâatleri dinleştirmemek.
- Mü’minlerle ortak hareket edip her zaman onlarla berâber olmak. Müslümanlar aleyhine, kâfirlerle ortak siyâset yapmamak; velâyeti ve emir makâmını kâfir, zâlim, fâsık ve münâfıklara vermemek.
- Dînî emir ve sınırlara riâyet edip haramlara düşmemek ve şüphelilerden uzak durmak. Yediklerine ve içtiklerine dikkat etmek. Takvâ ve verâyı meleke hâline getirmek.
- Allah Teâlâ’ya mutlak teslîmiyet. Hayâtın bütün alanlarını vahiyle anlamlandırmak. Hayâtın derinlik, uzunluk ve genişlik boyutlarını Rabbânî hükümlere göre tanzîm etmek.
- Kendisine emniyet edilen bir kimse olup şahsında güvenlik alanı oluşturmak; hakka mü’min olmak. Allah Teâlâ’nın ve insanların hukûkuna ihânet etmemek.
- Emânete riâyet etmek; aklını güzel kullanıp şer’î teklifleri Hz. Peygamber’i örnek alarak yerine getirmek. Dînî emirleri azîmet fıkhı içerisinde edâ etmek. Kendi nâmusunu ve insanların nâmuslarını korumada âzamî gayreti göstermek.
- Ahde vefâ; ruhlar âleminde Allâh’a verilen sözü; yapılan mîsâkı zihinde canlı tutup bu bilinçle hayâtı devâm ettirmek. Ayrıca insanlarla yapılan sözleşmelere riâyet etmek.
- Havf ve recâ; korkuyla umut arası bir hayat yaşamak. Allah Teâlâ’nın rahmetinden umut kesmemek ve gazabından da emîn olmamak.
- Lağvı terk etmek. Dünyâmıza ve âhiretimize yarar sağlamayan söz ve davranışlardan uzak durmak. Gıybet, iftirâ, laf taşıma ve dedikodudan kaçınmak. İslâm’ın dışında hiçbir dînin ve dünyâ görüşünün tebliğini yapmamak.
- İffeti korumak; zinâya götüren yollardan ve zinâdan uzak durmak. Allâh’ın (cc) tesettür emrine, Hz. Peygamber’in eşlerinin ve kızlarının modelliğinde bir ibâdet şuuruyla riâyet etmek.
- Evlilik hukûkuna saygı. Eşlerin karşılıklı olarak birbirinin haklarını gözetip yuvalarını cennete çevirmeleri gerekir.
- Haddi aşmamak; hayâtın hiçbir alanında Allâh’ın ve Rasûlü’nün emirlerine karşı gelmemek. Dînin içerisine bir şey eklememek ve dinden olanları da atmamak. İslâm dînini târihsel bir metin olarak algılamamak. Küfür ve bid’atlerden uzak durmak. İdeolojileri din yerine koymamak.
- Allâh’a boyun eğmek; mutlak bir itâatle ilâhî emirleri yerine getirmek. İlâhî emirler karşısında insanın seçme hakkının olmadığını bilmesi.
- İnfak ahlâkıyla bezenmek; kişinin, Allâh’ın verdiği malda “müstahlef” olduğunu bilip ihtiyaç sâhipleriyle elindekileri paylaşması. Cömert davranıp fakirlikten korkmadan yerinde ve zamânında hak sâhiplerine harcamada bulunmak.
- Sıdk; “yalanla îmânın bir arada bulunamayacağını” bilip doğru sözden ve doğru davranışlardan ayrılmamak. Hiçbir durumda yalana tevessül etmemek.
- Sabır; Allâh’ın emirlerini yerine getirmek, haramlarından kaçınmak, ibâdetleri vaktinde edâ etmek, başa gelen semâvî belâlara rızâ göstermek ve kâfirlerin saldırılarına karşı yılgınlık göstermeden yola devâm etmek.
- Huşû; zâhirimizi dînin prensiplerine uygun hâle getirdiğimiz gibi iç dünyâmızı da mâmur edip Allah Teâlâ’yı görüyormuş gibi bir hayat yaşamak.
- Allâh’ı zikir; ezelî ahde vefâ göstererek hayâtı Kur’ân ve sünnetle anlamlandırmak; murâkabe bilinci içerisinde bir hayat sürmek. Adını dilimizden düşürmediğimiz Rabbimizi kalbimizden de hiçbir an çıkarmamak.
- Şâhitliği âdil yapmak; yalan yere şehâdette bulunmanın en büyük suçlardan olduğunu bilip insanların lehinde veya aleyhinde câhilce beyânatta bulunmamak.
- Zihni ve gönlü kötülüklerden tezkiye etmek; Allah’la berâber başka bir varlığa gönülde yer vermemek; İslâm’ın dışında din ve dünyâ görüşlerini kurtarıcı kabûl etmemek. Sentezci bir îmâna sâhip olmamak; politeist yaşamdan uzak durmak.
Bu otuz konudan ayrı olarak, Hz. İbrâhîm (as) hicretle (İbrâhîm, 37), çocukları olmamakla (Hûd, 72; Zâriyat, 29), oğlunu kurbân etme talebiyle (Saffat, 101-105) ve babasının küfrü tercîh etmesinden dolayı ona karşı ilişkileriyle de denenmiştir (Mümtehine, 4; Tevbe, 113). İbrâhîm Peygamber (as) bu denenme alanlarının hakkını verdiği için toplumsal önderlik ve liderlik makâmına lâyık görülmüştür. Kısacası önce liyâkat kazandırılmış, sonra görev tevdi edilmiştir. Bunun anlamı; lâyık olmayana görev vermek sünnetullâh’a aykırıdır. İslâmî yönetimle tâğutî yönetim arasındaki kırılma noktası burasıdır.
Cemâat; mutlak hakîkatte ittifâk edip bir araya gelen nitelikli Müslümanlardır. Az önceki saymış olduğumuz nitelikler içselleştirilmeden de cemâat olunmaz. Gençlerimize cemâat böyle tanımlanmalıdır. Cemâatin bu ilmî tanımına karşılık farklı gruplar ve klikler hakîkat temsilciliğinde mutlaklaştırılacak olurlarsa; kendi yapılanmalarını din yerine koymaya başlarlar ve kendileri gibi düşünmeyenleri küfürle ithâm edebilirler. Bu vahim anlayışa göre birbirlerinin kanını dökmekten bile kaçınmazlar. İslâm dünyâsında bunun onlarca örnekleri vardır. Bu hassas dengeyi gözeterek çeşitli dînî ve sosyal grupların sâdece kendilerini cemâat diye lanse etmeleri Müslümanların geleceği ve vahdeti için büyük bir tehlikedir. Nitekim kavram kargaşası yaşayan halkı Müslüman bütün toplumlarda bu sıkıntı hâlâ yaşanmaktadır.
İslâm dünyâsının birçok yerinde hareket önderleri cemâat hareketlerindeki sapmalarla ilgili çalışmalar yapmışlardır. Konuyla alâkalı Mısır’da, Sudan‘da, Pakistan’da, Filistin’de, Suriye İhvânı’nda ve diğer halkı Müslüman ülkelerde onlarca çalışma yapılmıştır. Sapmaların başlıkları tek tek belirlenmiştir. Bu çalışmalar çok değerli olmasına rağmen, bizim kanâatimize göre sapmalar cemâatten ve hareket yapısından değil; gerçek anlamda cemâat olamamaktan kaynaklanmaktadır. Cemâat olmak çay toplantısında buluşmak gibi basit bir eylem değildir. Konumuzun başında vermeye çalıştığımız âyetler içselleştirilip irâdemizi vahyin potasında eritmeden; enâniyet ve kibirden vazgeçip Müslümanların maslahatlarını bütün şahsî menfaatlerin önüne geçirmeden, işi ehline vermeden, dünyâ sistemiyle hesaplaşmanın fıkhını yapıp yol haritasını belirlemeden, sistemin yerel iş birlikçilerine kimliğimizi teslîm etmeyerek onların gayrı meşrûluğunu kendilerine yüksek sesle söylemeden, bize biçilen müsâadeli îmânı terk etmeden, kurallarını dünyâ ticâret merkezinin koyduğu yörünge siyâsetini reddetmeden, sağ-sol kamplaşmasından çıkıp dînî kimliğimizi kuşanmadan, hayâtın her alanında adâleti hâkim kılmadan, şûrâyı tabana yayıp bireysel düşünceleri dinleştirmekten vazgeçmeden, sorunlarımıza ve İslâm dünyâsının her türlü sorunlarına çözümcül projeler ortaya koymadan kesinlikle cemâat olunamaz.
Dipnotlar
1 Âl-i İmran 3 / 103.
2 Maturidi, Te’vilat, c. II, s. 445-6.
3 Maturidi, age., C. II, s. 445.
4 Lokman 31 / 15.
5 Bk. Nahl 16 / 120.
6 Taberi, Ebu Cafer, Cami’u-l Beyan, c. l, s. 572.