Bizim Dînimizde Kâfire Bile Zulüm Yapılmaz
Akaid - Tefsir
Bizim Dînimizde Kâfire Bile Zulüm Yapılmaz
- 2022-01-31 13:08:25
- Yediulya
Peygamber Efendimiz, zulme uğrayan Müslümanları korumayı ümmetine bir vecîbe olarak yüklemiştir. Bu anlayışa göre; “Her kim ki bir mü’mini münâfıkların ayıplamasından (kınamasından) korursa Allah Teālâ, kıyâmet gününde bir melek gönderir ve bu mü’mini cehennem ateşinden korur. Kim de bir Müslümana zulmeder ve ona karşı çirkin davranırsa söylediklerinin cezāsını çekene kadar Allah Teālâ onu cehennemin dibine hapseder.”1 Bu hadis Müslümanlardan din kardeşlerine karşı duyarlı olmalarını istemektedir. Zîrâ bir Müslümanın dînine, canına, malına, aklına ve nâmusuna yapılan saldırı bütün Müslümanlara yapılmış sayılır. Fıkıh kitaplarında, mazlûm Müslümanları coğrafyalarına bakmaksızın savunmak ve korumakla alâkalı onlarca fetvâ vardır. Hattâ bu mazlûm Müslümanlar sebebiyle günümüzde cihad bile hepimize farz-ı ayın olmuştur. Bu çerçevede zālim de olsa mazlûm da olsa Müslümana yardım edilir. Zālimin zulmüne engel olmak da Müslümanlara yapılan yardım cümlesindendir.2 Biz bu hadîsi hep tek taraflı anladık. Sâdece mazlûmun elinden tutmak zannettik. Hâlbuki zālimin zulmüne mānî olmak hadisteki öncelikli emirdir. Bu anlayış İslâm toplumlarının kendi içinde bile bir direnç ahlâkı geliştirseydi bugün dünyânın durumu daha farklı olurdu. Biz Müslümanlar olarak şu hakīkati unuttuk: “Allah Teālâ, dünyâda kullarına azâb edenlere âhirette azâb eder.”3Âhiret inancı olan birinin insanlara zulüm yapması veya işkence etmesi imkânsızdır. Allâh’ın kullarına azâb etmek sâdece fizikî işkence değildir. Onlara karşı yapılan her türlü hukuk zāyiātı da azâb ve işkencedir. Hattâ buna gayrimüslimler de dâhildir. Onların dahi hukūkunu koruma sadedinde Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Kim zimmet ehlinden (İslâm toplumlarındaki devletle anlaşmalı Yahudi, Hristiyan vb. gruplar, vatandaşlardan) birini (haksız yere) öldürecek olursa, kokusu kırk yıllık mesâfeden duyulan cennetin kokusunu bile alamaz.”4 Bu anlayışa göre Müslüman birisi, kâfirin bile haksız yere kanını dökemez. Elindeki malını alamaz. Devletin en temel görevlerinden birisi de can ve mal emniyetini sağlamaktır. Müslüman olmayan vatandaşlarının mallarına kast eden siyâsîleri Peygamber Efendimiz şu sözüyle uyarmıştır: “Dikkat edin! Kim anlaşmalı bir (gayrimüslim) vatandaşa zulüm yapar, malını ve ücretini eksik verir, ona gücünün üzerinde iş yükler veya rızāsı olmadan malını elinden alacak olursa kıyâmet gününde o zimmînin koruyucusu benim.”5Dînin söylemi böyle iken emperyalizmin çıkarları uğruna Müslümanların mallarını talan eden, üzerlerine kurşun ve bomba yağdıran zihniyetler Allah katında iflah bulmayacaklar ve öldürdükleri canların hesaplarını veremeyeceklerdir. Yeniden konuya dönersek Hanefî mezhebinin fıkıh kitaplarında zimmî ve müste’menlerin hukūku ile ilgili detaylı mālûmât vardır. Zâten bu hukūka riāyet sâyesinde Yahudiler ve Hristiyanlar Müslümanlarla berâber târih boyunca dâr’ül-İslâm’da varlıklarını korumuşlardır. Gayrimüslimler bekālarını İslâm’a borçludurlar. Aksine Müslümanlar Endülüs dâhil eski İslâm coğrafyasında varlıklarını devâm ettirememişlerdir. Bugün bile Müslümanlar, dinlerine āit olan kuralları ve emirleri hayâtı belirleyici konuma çıkaramadıkları için batıda tolere edilmektedirler. Onların batıda varlık nedenleri demokrasinin yerleşmiş olmasından kaynaklanmamaktadır. Müslümanların ideallerini yitirip sözde Müslüman olmalarından kaynaklanmaktadır. Zîrâ batı kendine demokrat, özellikle Müslümanlara karşı zālim ve despottur. Şâyet batı ülkelerinde yaşayan Müslümanlar dinlerini hayâtın belirleyicisi yapma ve modern dünyâ görüşü ile hesaplaşma konumuna getirecek olsalar Müslümanların yaşama imkânları ellerinden alınacaktır. Nitekim Fransa dâhil bazı Avrupa ülkelerindeki yeni düzenlemeler Müslümanları yok etmeye yöneliktir.
Devlet dediğimiz siyâsî organizasyon, vatandaşlarının doğuştan getirdiği fıtrî hakları korumakla görevlidir. Bu görevini yaparken onlara haksızlık yapmamalı ve zulümden kaçınmalıdır. İslâm anlayışında “devlet zulüm yapmaz” güvencesi vardır. Eğer devlet zulüm yapıyorsa vatandaşlarının gözünde meşrûiyetini yitirmiştir. Devlet; vatandaşlarının din, can, mal, nâmus ve akıl güvenliklerini sağlamakta azamî titizliği göstermelidir. Özellikle de mazlûmların bedduāsını almaktan sakınmalıdır. Zîrâ mazlûmun bedduāsı Allâh’a ânında ulaşır ki kültürümüzdeki bu anlayış Peygamber Efendimiz tarafından şöyle ifâde edilmiştir: “Velev ki kâfir bile olsa mazlûmun bedduāsını almaktan sakının. Mazlûmun bedduāsı ile Allah Teālâ arasında perde yoktur.”6 İş sâdece bedduā etmekle bitmiyor. Şâyet insanların hakları gasp ediliyor ve insanlar dînen haram fiilleri yapmaya zorlanıyorlarsa dinlemenin ve itāatin de sınırları vardır. Zulmün başladığı yerde itāat olmadığını Müslümanlara Peygamber Efendimiz ve Râşid halîfeler öğretmiştir.
Dipnotlar:
1 Ahmed, Müsned, c. III, s. 441.
2 Darimî, Rikak, Had. no: 2753, c. II, s. 401-2.
3 Ahmed, Müsned, c. III, s. 153; Beyhaki, Cizye, Had. no:18735, c. IX, s. 345.
4 Nesaî, Kasame, c. VIII, s. 25.
5 Ebû Dâvûd, Sünen, c. III, s. 437.
6 Ahmed, Müsned, c.III, s. 153.